4 Kasım 2010 Perşembe

İmza Günüm :)


İmza Günüm: Bu Cumartesi 11.00-14.00 arası @Tüyap,2. salon 106D numarada..


Öyle pek takipçim yok gibime geliyor...

Soranlar olmuş bu yazıları sen mi yazıyorsun diye?
Evet ben yazıyorum tabiki..Ama nadiren hoşuma giden şeyleri de yazarını çizerini belirterek ekliyorum.

İlk imza günüm olacak bu Cumartesi..Heyecana benzer garip bir his var içimde.Çünkü şiir öyle bir şey ki..
Hem herkes gelsin alsın okusun ben gülücükler öpücükler içinde imza dağıtayım istiyorum.
Hem de herkesin önünde çıplak kalmışım gibi hissediyorum.

Konuşurken,hatta yazarken bile örtünebilir insan.Ama şiir yorgan altı,halı altı,derinin bir alt ruhunun bir üst katı..
Bilmiyorum..Okunmaktan bu kadar korkuyordum da neden yazdım ben bu kitapları :D

Bilmiyorum hayatta bir çok şeyi sadece içimden geldiği için
Sadece içimden geldiği gibi yaptım..

Bakalım kaç imza verebilicez bu Cumartesi...
Şans bu ya tüm arkadaşlarım uzak yerlerde oturuyor!Kimse 11.00 ile 14.00 arasına yetişemez..

Ey okur oradaysan gel de imzanı vereyim! :D
Öperim..



16 Eylül 2010 Perşembe

Dora Maar

http://www.camgozsanat.com/Dora_Maar.jpg

Çekirdek Sanat Yorumlar Sergisi 5


Çekirdek Sanat Atölyesi Yorumlar Sergisi kapsamında Picasso’nun “Dora Maar” portrelerinin kavram
olarak belirlendiği yeni bir sergiyi 1 – 15 Aralık 2010 tarihleri düzenlemeyi planlıyor.

Çekirdek Sanat Atölyesi geleneksel sergileri kapsamında düzenlemiş olduğu Leonardo Da Vinci`nin baş yapıtlarından Mona Lisaile başlayan ve Nuri İyem`in bir kadın portresi ile süren ve daha sonra Modernist dönemin tipik sanatçısı Van Gogh`un otoportreleri ile devam eden "Yorumlar Sergisi" Picasso’nun “Dora Maar” portreleri ile devam ediyor.

Dora Maar 1936 yılı başında Paris’te sürrealistlerin uğrak mekanı Les Deux Magots kahvesinde ellerini kanatıyordu tahta masanın altında. Bir İspanyol, bu kadını fark etti ve kadına yaklaşıp eldivenlerini istedi. O eldivenler yıllarca o İspanyol’un vitrinini, Maar’da Picasso’nun hayatını süsledi. Dora, Guernica’nın, Ağlayan Kadınlar dizisinin ve sayısız birçok başyapıtının esin kaynağı oldu.

1 – 15 Aralık 2010 tarihleri arasında gerçekleşecek olan sergide yer almak isteyen sanatçıların eserleri hakkında fikir verecek en az iki adet görsel ve bir özgeçmişlerini picasso@cekirdeksanat.com adresine göndermeleri gerekmektedir.

Bu yıl 5. düzenlenecek Yorumlar Sergisi Ressamlar Derneği Sanat Evi’nde gerçekleşecektir.

Son başvuru : 10 Kasım 2010

Okura Not: Mailıma geldi paylaştım,ben Sabancı getirdiği zaman gezmiştim Picasso sergisini..

Azıcık anlatasım geldi size..:D

Mavi dönem

Pablo Picasso(1881-1973)

. Early Works

2. Blue Period

3. Rose Period

4. Beginnings of Cubism

5. Analytical Cubism

6. Synthetic Cubism

7. Between the wars

8. Picasso the legend

9. Late W

Picasso`nun kadınları ilk defa yan yana

Geçen yüzyılın yetiştirdiği en büyük ressamlardan Pablo Picasso`nun, Londra`daki National Gallery`de 25 şubatta açılacak olan Picasso: Challenging The Past adlı sergisi, İspanyol sanatçının, her biri hayatının bir dönemini temsil eden ve hayatına da

http://st2.tumgazeteler.com/t/2/img/spacer.gif


Geçen yüzyılın yetiştirdiği en büyük ressamlardan Pablo Picasso`nun, Londra`daki National Gallery`de 25 şubatta açılacak olan Picasso:

Challenging The Past adlı sergisi, İspanyol sanatçının, her biri hayatının bir dönemini temsil eden ve hayatına damga vuran yedi kadın üzerine yoğunlaşıyor: Fernande Olivier, Eva Gouel, Olga Khokhlova, Marie-Thérèse Walter, Dora Maar, Françoise Gilot, Jacqueline Roque...

Kadınları ve özellikle de yedi sevgilisini `cefa makinesi` olarak tanımlayan Picasso, metreslerinden biri olan Françoise Gilot`ya şöyle demişti: `Benim için iki türlü kadın vardır:

Tanrıçalar ve paspaslar`... Rembrandt`dan Goya`ya birçok ressam, hayatlarına girip çıkan kadınların yüzleri ve bedenlerini takıntılı bir biçimde resmetti. Ancak yine de hiçbiri Picasso kadar kadınları istismar etmemiştir.

Picasso`nun, kadınlarını neredeyse iç organlarını boşaltırcasına resmettiği, uzuvlarını bir taraflara çekiştirip, onlarca parçaya ayırıp yeniden birleştirdiği resimlerinde, bu işkenceyi görmek mümkün.

Picasso`nun hayatına giren ve hiçbir önemi olmayan yüzlerce kadın arasındaki, ikisi intihar eden, diğer ikisi tımarhanelik olan söz konusu yedi kadının her biri adeta sanatçının kariyerindeki bir dönemi temsil ediyor.

İlk sevgililerini erken dönemindeki sanatsal anlayışıyla betimleyen, ardından gelen yıllarda sevgilileri değişirken, onun da yaptığı portrelerin değişip kübizme kaydığı görülüyor.

Her âşık oluşunda, çektiği acıyla ayrı şekillenen çizgiler, desenler, renkler ve ortaya saçılan binlerce tablo doğru okunduğunda Picasso`nun sanatsal ilerleyişinin izlerini de temsil ediyor.

Picasso da aşıkken benim gibi delirenlerdenmiş bak!

Ama Dali de Picasso da favori ressamlarından değildir..

Picasso'nun Dönemleri ve ilgili resimleri aşağıda bulabilirsiniz..

Sanat bir deliliktir!

Tıpkı aşk gibi...

23 Ağustos 2010 Pazartesi

İç İçe

İç içe seviyorum her şeyi

İç içe..Kalbim gibi

Kalbinin içinde olmalıyım

Beni içinde taşımalısın

Gittiğin her yerde ben olabilirim böylece

Ayna da bile görebilirsin beni

Kaydedersen gözlerinin içine yüzümü..

İç içe olalım iç içe

Yaz gibi, bayram gibi

Kutlamaya değer olmalı aramızdaki

İçini dök içime

Utanmasın ruhun ruhumdan

Dünyanın içinde bir ülke

Ülkenin içinde bir şehir

Şehrin içinde bir semt gibi

Öyle tanıdık

Öyle bizden

Şöyle olmalıyız ki biz

Böyle durmalıyız ki yan yana

Görenler deyivermeli içten içe

Ne güzel olmuşlar

Ne hoş durmuşlar

İç içe..

18 Mayıs 2010

By Nazlı Aşkın

Happy ?

22 Ağustos 2010 Pazar

Sevgi Anlaşmak Değil(mi)dir?

Sevgi anlaşmak değildir,nedensiz de sevilir.

Bazen küçük bir an için ömür bile verilir..

Böyle diyor şarkıda..

Öyle mi gerçekten?Bence hiç de değil..Bence sevgi tamamen anlaşmakla ilgili bir şey..Neden yakın arkadaşlarmız yakın mertebesine yükselir?Çünkü iyi anlaşırız.Yormazlar bizi yordukları kısmını saymayız.Severiz onları.Anlaşır ve severiz.

Neden ayrılanlar,boşnanlar "anlaşamadık,olmadı." diye açıklarlar durumu?

Sevgi tamamen anlaşmakla ilgilidir.Anlaşamadığın,konuşamadığın adamla koklaşamazsın!

Bi halt olamazsın anlaşamıyorsan!

İşin handikapı* şudur,bu devirde kimse kimseyi anlamak,kimse kimseye kendini anlatmak istemiyor.Bu devir 80'ler kuşağıdır.Artık her şey hızlı tüketim malıdır.El işi göz nuru kalp aşk romantik tavırlar boştur.Yazık ki bu kavramların içi boşalmıştır.Boşaltılmıştır.Apolitik bir kuşaktır.TV'da darbe dönemlerini savaşları anlatan filmleri dizileri vay bee diye izler ama bundan bi 20 yıl sonra bugünün nasıl film edileceğini göremez.Tepki vermez.Amerikan gençliğine özenir,ilişkileri,yedikleri,kıyafetleri Amerikanlaşır ama beyni Türk kalır.Sonra erkeklik gururu,kadınlık onuru fırlar egosunun bir yerinden kaldıramaz durumu,ya uzar ya da yıkar-yakar ortalığı..

Hikayelerime sahneler eklemeye bayılıyorum.Sanki bir öykü anlatıcısıymışımda sadece anlatmak yazmak için yaşıyormuşum gibi geliyor bazen. Neden erkeklerin kafasını ot çekmiş hale getiriyorum inan okur bende bilmiyorum.

Ama Nil'in şarkılarında dediği gibiyim. "Değişicem der değişmezdim hep aynı bendim. Nasıl bana bakıp şaştınız,şaka mı yaptınız?"diyesim geliyor suratlarına..

İlişkiler biterken ateşler sönerken fark ettiğim tek şey şu ki;

Ben ilk günden beri hep ama hep (iyisiyle kötüsüyle)aynı kadın olmuşum.Hiç oynanamamışım.Ağzımdan çıkana hiç bakmamışım lap lap söylemişim lafları,pat küt atmış kalbim,gerektiğinde topuklamış gitmişim o adamdan o durumdan çekip çıkarmak içi kendimi.Ama gel gör ki bu erkek cinsi bir garip kardeşim.Kadınlara zorsun karmaşıksın boksun püsürsün bak regl oldun alıngansın.Hamile kaldın pek duygusalsın diye bok atmayı biliyorlar ama ben şuraya yazıyorum ki!Erkekler de regl oluyorlar!!

Gerçekten..Ben ilişkimin başından sonuna aynı kalırken adamın başta ki tahammül sınırı ile sondaki birbirini hiç tutmuyor yahu!!Neden!?Madem sabırsızdın,madem bana kıl oluyordun,o zaman baştan deseydin yorulmasaydık hiç!Bak kim değişti sen değiştin.

Ben değişmiyorum ama adamları delirtiyorum :D bunu anladım.Ayar bozucu bir kızım ben.Bana ayak uydurucam diye kafayı kıran zavallı çocuklar sonra fabrika ayarlarına geri dönmek adına yaşanmış her şeyi sıfırladılar.

Bu konuda bir şiirim bile var :D

Şairim,derim ki;

ERKEKLER

Erkekleri severim ben

Ne frijitim ne feminist

Sonuna kadar kadın

Geldi gider içimde

Erkekleri severim

Severim

Onlar izin verse


*Handicap:Özür demektir İngilizce’de.Özürlüler için "handicapped" denir. Ne ironik değil mi?İşin özrü,işin içinden çıkılmaz yanı derken "handikap" kelimesini kullanmamız..

Not:Bu aralar kelimelere takığım..

10 Haziran 2010 Perşembe

Wilkommen Sie










İch bin fünfundzwanzig jahre alt!
Und arbeit macht frei :))


25 yaş garip bir yaş,taşların yer değiştirdiği yaş. Hayatımda yerden *ot koparıp da veren olmadı diye dalga geçerken 2 çiçek bir çikolata geldi şu mübarek ayda iyi mi!? :D














Bir şeylerin içimde ve dışımda değiştiğini hissediyorum,her şeye müdahale edemeyeceğimi, benim biraz hayatı hayatın da biraz beni eğip büküp ortak bir şekle büründüğümüzü düşünüyorum.Hiç bir pozisyon hayal ettiğin kadar iyi olmuyor tabi..Sende hep daha iyisini hayal eder oluyorsun,yorulmadan hep daha iyisine koşmak gerekiyor.Koştukça antreman kazanıyor insan hayatın karşısında çünkü..

Koş zaten sen de 25 yaşındaysan, tutanın yokken koş koşabildiğin kadar.İçini büyüterek koş ama çocuk olmadan,çocuk durmadan, çocuklaşmadan ama içindeki çocuğa da kulak tıkamadan, onu korumayı taşımayı şımartmayı unutmadan.. Koştukça yaklaşıyorsun düşlerinin elem kuşağına..








Denge yaşıymış bu yaş.
Dengeli dur, dengeli davran, tartıda denge, tek ayak üstünde denge, tek göz kapalıyken gene denge.

Ama duramıyorum işte;kimseyle gülmeden, kimseyi gülümsetmeden yaşamak yaşamak değil bence!

Ellerimde tanıdık kokularla yatıyorum bu gece..
Yüzümde gevrek simit hali..
Dualar dönüyor omuzlarımda,başımda..
Gerçekten güzel olsa gerçeğim
Tam da bu yaşımda!

**Seviyorum seni okur :)





*..lise zamanı gül alanlarım olduydu ;)
**Ne anlıyorsan yazdıklarımdan o kadar seviyorum ama

26 Mayıs 2010 Çarşamba

Bu Blog'u Kullanma Kılavuzu

Sevgili Okur,
Vallahi aşağıda yüz bilmem kaç tık dese de,kim n'apsın benim blogumu da demiyor değilim.
Şimdi takipçilerimin hepsi tanıdık esefle kınasanız da bunu itiraf edeyim dedim :)
Blog'a kaydolmazsanız yorum yapamıyormuşsunuz bilginize..
Kaydolmak için: Aşağıdaki izle google kutucuğuna tıklayıp bir account seçiyor ve resminizle,profilinizle filan kaydolabiliyorsunuz.Sonra gelsin yorumlar..
Onun dışında facebook ve twitter bağlantıları mı da koydum.
Friendfeed kullanmıyorum,sosyal ağın da bir sınırı olmalı :)
Bazı arkadaşlar yorum yaptım sana dönmedin diyor ama yorumlar çıkmıyor gerçekten,sanırım kaydolmadığınız için çıkmıyor..
Ayrıca yorumlara şunu da yaz bunu da anlat derseniz o konularda da boş vakitlerde yazmaya çalışacağım..
Bir denenmiş mekan ve gezilmiş görülmüş yer projem var ama onun için gerekli ön hazırlığı yapmam yani bir pazar günü pc başına kapanmam gerekiyor..
Yazacağım okurum söz sana!
Varsa gönülcağızından geçen başka konu de bana :)

19 Mayıs 2010 Çarşamba

Kopi-Peyst

Made in Turkey mi?? Hadi canım.. Çikita Muz bu yaaa,Türk Malı Haftasına uymuyor ama yeniyor işte.Yapımcı koyar,halk televizyona "Zeki Müren de bizi göreceğğ mi?" diyerek aval aval bakar!
Aşağıda resimlerle açıkladığım case'lerde görüldüğü üzere,biz yapmadık,biz bulmadık.Tam anlamıyla kopi-peyst yaptık.

Acording to Jim idi,bize de Cuma'ya Kalsa diye dönüştürüldü.

Nam'ı diğer All Bundy :)Biz de ne mi oldu..Türk Malı!

Sex & The City,amann amann Amerika'yı yıllarca esti kavurdu.Filmi yapıldı.Mr.Big ile Carry sonunda kavuştu şimdi ikincisi geliyormuş.Bizde bunun dizisini denediler,Türk toplumu o zaman TV'de sevişme görmeye hazır değildi herhalde.Ya da oyuncular sevişgen değildi,reytingler düştü,yayından kalktı.Ama durmadık,filmini yaptık.
Adını "Romantik Komedi" koyduk.Yalnız ufak bir farklılık vardı.Samantha'yı kaldıramazdı Türkiye :)) Cut demişler Samantha'ya, Paste etmeyi unutmuşlar bu filmde,hay allah..





Bu yazıya sürekli resim ve yazı post'lamaya devam edeceğim,yaratmaktan uzak kopi-peyst işlere de kıl olduğumdan,hiç sevmesem de böyle yarı ing. yarı türkçe yazacağım,bilgine ey okur :)Benim bulamadığım,göremediğim match'leri bulursan comment atıver emi?Öpüldün..

18 Mayıs 2010 Salı

Hummingbird

-Türkçesi hımlayan kuş diğer adı sinek kuşu.Bence adı arı kuşu olmalı çünkü faaliyetleri benzer.

-Çiçek balıyla besleniyor. Ama beslendiği çiçeğin üstüne konsa olmaz, çünkü çiçek kuşun ağırlığını taşımaz; yere konsa çiçeğe ulaşamaz. Mecbur onun önünde sabit kalmayı öğrenmesi gerekecek. Çözüm? Saniyede 15 ila 80 kez kanat çırpmak....

-Pırpırpırpır. Böyle kendi hallerinde kuşlar. Ama bi telaşe, bi koşturma. Durup sana bakmazlar, kafalarında bin tane şey. Bi fevrilik, bi heyecan. Hadi hadi hadi hadi n'olacaksa olsun der gibi.. En sevdiğim kuş.Hatta sevdiğim tek kuş :) Burada gerçekten beni anlatıyor sanki!

-Kuş dünyasında en parıltılı tüyler ve en gösterişli süsler onda.
-Kanat çırpış sayısı en fazla ve geri geriye uçabilen tek kuş.
-Sinek kuşları sadece Amerika kıtasında yaşıyor,
sonradan öğrendim ki İzmir'de filan da varmış.Ama gözümle görmüşlüğüm yok.
-Ortalama ağırlığı
2 gram olan bu kus cinsi - bozuk para ağırlığında
-Kalpleri dakikada 1260 kere atıyormuş. İnsanoğlunun bir hummingbird ile aynı oranda metabolik faaliyet gösterebilmesi için günde 45 kilo şeker yemesi gerekliymiş.
...

By Ekşisözlük

-Göç ederken 800km uzunluğundaki meksika körfezi'ni hiç durmadan geçebildiği gözlemlenmiştir.(O minicik gövdesine ne depoluyorda ay of demeden o kadar yolu uçuyor bu minnacık şey!)

-Sinek kuşu türlerinin sayısı 325 ila 340

-Ender olarak fosilleşirler, bu yüzden evrimsel geçmişleri gizemli kalmıştır.

-35 milyon yıl önce Eosen devrinde en yakın akrabalarından ayrışmış.

-Aztek Tanrısı Huitzilopochtli, sinek kuşu olarak temsil edilmiş

-Ohlon halkı sinek kuşunun dünya'ya ateşi getirdiğine inanır.
-Hummingbird başlıklı pek çok popüler şarkı yazılmıştır. Bunların yazarları arasında B.B. King, Wilco, Leon Russell, John Mayer, Frankie Laine, Cat Stevens, Seals And Crofts, Merzbow ve Yuki sayılabilir.

By Vikipedia

-21 Gram’da film sonunda ruhun ağırlığı ne kadardır diye bahsederken sayılan örnekler arasında hummingbird’de vardı oysaki 21 gramın 1/7 ağırlığında filan bir kustur kendisi..

-Benjamin Button’da kanat hareketi (8) sonsuzluk anlamına geliyordu ve hem kaptan hem de Benjamin ölünce hummingbird’e dönüşüyorlardı..

-Babanemin yıllar evvel Japonya seyahatinden taşıdığı ve büyüdüğü surece salonunda duran 2 süs tabağının içindeki renkli kuşlar meğer sinek kuşuymuş.

-Charlotte (üvey annem)’in annesi Hattie öldüğü gün, cama bir hummingbird gelmiş, o yüzden Charlotte onlara hep özel mamalar hazırlar ve arka bahçemize asar zira ilk gördüğümde korkmuştum çok hızlı rengârenk pırıldak bir şeydi..Sonra azcık sabit durdukları anda ne kadar büyüleyici yaratıklar demiştim..

by Me

Kuş

Masalımıza kaldığımız yerden devam ediyorum..Evet ne diyorduk.Kız bir kuş olmuş!

Ama öyle her yere pisleyen güvercinlerden değil,çöplükten bile beslenen çakma Jonathan Livingston’lardan değil,yıllarca her türlü hayatı röntgenleyen kargalardan değil,minik kalbini güle batırıp da aşk uğruna ölen bülbüllerden de değil.Yerinde duramayan(saniyede 80 kanat çırpışlı),uzun gagalı(çok konuşan),diğer kuşların aksine çiçek tozu peşinde koşan ve rengarenk bir kuş olmuş kız.Süsüne pek düşkünmüş,tüyler parlatılır,saçlar fönlenir,parıtılı şeylere zaten bayılırmış.Doğal güzellikten yanaymış ama değişitiremediği şeyi güzelleştirir sonra da bağrına basarmış.Suyla oynamayı,sırtını güneşe dayamayı çok severmiş.Çiçekli baharlar,dalga sesli yazlar onun mevsimleriymiş.Uzun süre tutarsanız avcunuzda hareketsiz kalır ölürmüş.Bir yere kaparsanız sürekli yükselir kendini kafesin başına,duvarın köşelerine vururmuş. Pırpırpırpır bir heyecanı varmış.Kendine has renkleri. Hep bir koşuşturma halinde,bir güne 30 iş sığdıran.Çok uyursa hayattan çaldı diye üzülen.Sabırsızlığından olduğu yerde bile kanat çırpan,hep hadi hadi hadi hadi n'olacaksa olsun der gibi yaşayan,yapan, bir kuş olmuş.Bu yüzden mi bilinmez sabit duramazmış bu kuşçağız.Hep hiperaktifmiş.Beslenirken bile ayaktaymış yani..Çiçeğe konsa ağır gelirmiş.Kıramazmış çiçeği balından azıcık,sütünden azıcık,tozundan azıcık yer pırr der gidermiş.

Bu kuş bir göç sancısı hissetmiş küçük kalbinde, "hımm" demiş "nerelere gitsem?"Bir parçam, başka kıtada kaldıydı,hadi gidip deneyeyim, bir puzzle gibi beni tamamlar mı?

Kalkmış gitmiş Hava’nın yanına ama bulamamış beklediklerini.Hava başka bir kuş yaratmış kafasında,kuş ise başka bir hava.Her şey asılı kalmış boşlukta.Patır patır dökülmüş gökteki yıldızlar denize..Anlamış kızımız.Artık hayat kendi masalını yazmasını emrediyormuş ona.Gene bir gün bir iki bavulla çıkmış kendi şehrine benzer başka bir şehre yola.Göçebe olmuş,her dala konmuş,pek yorulmuş kızımız orda.Öyle her istediği çiçekten yiyemiyormuş,istese de duramıyormuş.Kanatlarını öyle çok çırpmış ki 1 yıl boyunca,pırıltısı sönmüş.Bir gün geçerken bir gökdelenin camından kendi yansımasını görmüş.Şaşmış kalmış kendine,neler gitmiş ondan,neler eklenmiş üzerine diye..Toprağının çiçeklerinden istemiş canı..Gitmiş oturmuş deniz kıyısında bir bankın ucuna.Sahil benzermiş şehrine,köprü benzermiş.Ama onlar değilmiş.Kendini güneşli bir günde hıçkırıklı bulmuş.Kalkmış silmiş gözünün yaşını.Toplamış tası tarağı,okyanuslar,denizler derken kuş bakışı bulduğu, eski yurdundaki yeni yuvasına dönmüş.Yuvaymış burası, ev değil.Birbirini seven yürekler girdiğinde bir çatı altına yuva olurmuş çünkü orası ev değil.Ve ne kadar hızlı atarsa atsın bir kalp,ne kadar heyecanlanırsa heyecanlansın,içi dolu dolu olmadıkça yürek olamazmış.Kız anlamış..

Ama duramamış yerinde kızımız."Takılmış Kanadı Göçmen Buluta" ve hep gidip gelmek istemiş.Uçaklar bile geri geri uçamazken, o ömrünü kıtalar arasında bir ileri bir geri geçirdiği yetmezmiş gibi, başka ülkelere uçmuş,başka bakışlara konmuş.Başka başka düşünen insanlardan, dünyanın dört bir yanından topladığı çiçek kokan dostları olmuş.Demet demet severmiş dostlarını,teker teker seçermiş en güzellerinden.Gül değil,papatya değil,çelenk değil.Kır çiçeği buketi halinde.Midye toplar gibi, adım başı bu mudur aradığım der gibi..

Pırr oraya pırr buraya uçmuş durmuş.Ama dolaşıp dolaşıp yuvasına dönme kararı içinde,Ağac’ının güvenli dallarına bırakırmış kendini yoruldumuydu.

Geri gelmiş renkleri,uzun gagasına yakışan sözleri..Geri gelmiş içi..Kalbi yine yürek olmuş,evi yine yuva..

Bir bülbül arkadaşıyla Hıdırellez yapmış bu bahar..Bülbül’ün sözüne uyup bir gül ağacına asmış dileğini,sonra deniz kıyısına gidip dalga sesine bırakmış istediklerini..Şimdi olanca sabırsızlığıyla, içinden hadi olsun, hemen olsun, n’olur olsun diyerek beklemek zorundaymış.

Bekleyip bekleyemeyeceğini , korkusundan kendine bile soramamış!Ama bu sefer kararlar şarkısına bir satır daha eklemiş..O da onda kalmış,gagasını tutmuş,bu sırrı kimseye söylememiş..

17 Mayıs 2010 Pazartesi

Ağaç ve Hava'nın Kızı


Genç bir kadın varmış..Mavi gözlü dev gelmiş hanımelli bahçesine.Çiçeklerine basmış kuş bakışı göremediğinden,kapısını kırmış kibarca tutmak isterken,elinin ayarı yokmuş.Sözleri ok okmuş,başta eros gibi kalbini vururken artık can yakar olmuş.Hayalleri öyle çokmuş ki devin,yetişemezmiş genç kadın, gözleri kendi yeşilinde boğulurmuş..

Küçük bir kızları varmış.Kıvırcık saçlı,koca gözlü,dev dudaklıymış;babasından sadece bu üç fiziksel özelliği almış. Böcekleri,arıları,yavru köpekleri severmiş.Onların dünyasının peşinde kaybolurmuş bahçede..Karıncaların nereye gittiği,masalda hep uyuyakalan o ağustos böceğini, dünya gözüyle görebilmekmiş derdi.Annesi ağaçmış kızın.Babası hava.Bir kök salmakta,biri kaybolmakta usta..

Babası gibi değilmiş kız.O koca dev başka kıtalara ayak basmak istiyormuş çünkü. Demirbaşları,taşınmazları hesaplayamıyormuş.Devmiş çünkü, atıverse ayağını basarmış öteki kıtacıklara..Ve dünyayı gezmiş bu dev, sanki taşlara basarak bir nehrin üzerinden karşı kıyıya geçer gibi..Ve bir dünyayı terk etmiş dev.Aynı anda iki yerde olunmaz çünkü,bir yer geride bırakılır hep.Dönersen de bir gün,bırakılmışlığını unutmaz o yer.Öyle küsmüştür sana,öyle değişmiştir ki..Bu sefer o seni geride bırakır.Anıların başkadır,o yer başka.Artık yüzün oturamaz o fona..

Ağaç öyle güçlüymüş ki..Sadece bir gün ağlamış.Dev’in sonsuza dek gittiği günmüş o..Kıvırcık kızları da ağlamış o gün.

Uyanmış küçücük yatağından..Balkondan bakmış aşağıya, kıvırcık saçlarını gözüne girmesin diye tuta tuta..Bembeyaz, pembe burunlu, yeşil gözlü, küçücük köpeği başını kaldırıp bakmıyormuş ona!Koşmuş kendi boyu kadar merdivenleri, koşmuş, öyle uzun gelmiş ona..

Çok uzun sürmemiş ama kaybettiklerini anlaması,görmesi..

Hem köpeği, hem babası gitmiş kızın o gün..Annesinin dallarından çiğ damlaları düşmüş..Bir şarkı çalmış bilinmezden.Sonra türk filmlerinde duymuş kız şarkıyı.

O gün anlamış kız.Büyümek vakti gelmiş çünkü aniden.

Kalp ilk ne zaman kırılırsa ,o zaman başlar bir kadın olgunlaşmaya!

Kodlamış o günü,küçücük kalbine,kafasına..Onunla birlikte,bir doğum lekesi gibi,büyümüş bu kodları..

Dev gözleri değişmemiş kızın..Her şeyi, herkesten farklı görürmüş hala.Bir satırın arasını okumayı,bir göze baktığında sahibinin ruhunun ağırlığını,mevsimlerin oyunlarını,hayvanların farkını, ayrıntısını görmeyi hep bilmiş,bunları hep sevmiş kız.

Dev dudakları değişmemiş kızın..Dudaklarına uygun koca bir sesi olmuş,koca koca lafları patır patır dökmüş o dudaklardan.Dev duyguları,dev kelimeleri bilmiş,bunları hep sevmiş kız.

Kıvırcık saçları dalgalı olmuş zamanla.Kıvırcık neşesi de zira öyle..Çok gülerken bile bir yaş belirir olmuş gözünde.O günkü çiğden bir damla.Gözleri baba renginden, anne rengine geçsin diye..

Devlere özenerek sevmiş, gezmiş, küçük kız.Sonra ellerine bakmış.Aynaya bakmış.Anlamış işte.O artık büyümüş.Kalbi kaç hayata değerek,aklı kaç anıyı kaydederek üstelik.Seçim vaktiymiş.Taşınmazları tartmış kız.Yeni dünyayı bırakmış,doğduğu şehrin dalına bir umut bağlamış,dönmüş uzaklardan.Çünkü aşıkken türkçe konuşmak istiyormuş,çünkü herkese inat olmazları olduranlardan olmak istiyormuş.Çünkü bu şehir,bu kaos,bu tarih onun ruhunu besliyormuş.Ve günlerden bir gün “Deniz” geldiği zaman, onu “Papatya” ile büyütmek, büyülemek istiyormuş..

Çünkü insan ne derse desin, köklerinin büyüklüğünü,sağlamlığını, çekip koparılmak üzereyken fark ediyormuş.

Kız büyümüş.Harita da noktaları belli olmuş.Ama Ağaç ve Hava’nın kızı,onlardan çok farklı olmuş, ola ola bir kuş olmuş!

Devamı için "Kuş"'a tıklayın..

13 Mayıs 2010 Perşembe

Final


Demek hiç bir şeyi unutmuyorsun peki
Öyleyse elveda, haydi git
Birbirimize söyleyecek hiç bir şeyimiz yok;
Müsaade ediyorum, gidebilirsin
Maamafih biraz daha bakle
Yağmur yağıyor... Bekle ki kesilsin
Dışarısı çok soğuk onun için iyi giyin
Aslında kışlık bir manto giyinmen lazımdı
Her şeyini iade etmedim mi?
Bende sana ait hiç bir şey kalmadı
Mektuplarını ve resmini almıştın...
Madem ki ayrılıyoruz bana bir kere daha bak;
Fakat dikkat et ağlamayalım,
Zira bu aptallık olur
Zavallı kafalarımızın seviştiğimiz günleri
Tekrar yaşaması için, ne kadar da kuvvet sarfetmesi lazım!..
Güya hayatlarımızı birbirimize ebediyyen vermiştik
İşte, şimdi tekrar geri alıyoruz
Bundan sonra ikimizde kendi ismiyle
Başka yere gezmeye, yaşamaya gideceğiz
Şüphesiz bir müddet ıstırap çekeceğiz sonra
Hataları affeden yegane şey;
Unutkanlık gelecek...
Ve diğer insanların arasında sen ve ben olacağız
Böylece mazime karışacaksın
Belki tesadüfen sokaklarda birbirimize rastlayacağız
Benim görmediğim elbiselerle sen geçerken,
Ben kaldırım değiştirmeden sana sadece uzaktan bakacağım...
Sonra birbirimizi uzun yıllar görmeyeceğiz.
Dostlarımız benden sana haberler verecekler;
Ben ise, hayatım, kuvvetim ve her şeyim olan senin için
Nasıldır diyeceğim...
Koca aşkımız bu küçük kalpte miydi?
İlk günler acaba deli miydik?
Tanıştığımız an ki heyecanları hatırlıyor musun?
Sevişiyorduk... İşte , aşkımız buydu...
Birbirimize karşılıklı "Seni seviyoum" demek
Ne kadar kıymetliymiş Allahım!
Hakikaten garip.Demek herkes aynı kelimeyi mırıldanmış : Sevmek!
O halde bizde diğer insanlar gibiydik...
Ne çok yağmur yağıyor. Bu havada gidemessin,
Öyleyse kal... Evet kal, anlaşmaya çalışacağız...
Bilinmez ki, kalplerimiz değişmelerine rağmen
Belki eski günlerin tatlı anılarını hatırlayacaklar...
Elimizden gelen her şeyi yaparız
Birbirimize karşı daima iyi olmaya çalışırız.
Malum ya nihayet eski bir alışkanlığımız var.
Oturuver benim yanımda, eski sıkıntıların başlasın
Bende senin yanında eski yalnızlığıma dalayım.

by Paul Geraldy

Gitsek de görsek!


Benim kadar gezmeye aşıksanız,biraz bilgi vereyim size cicilerim..Linklere gidin ki söylemlerimi belgelerle kanıtlayan araştırmacı-blogger kişiliğim ortaya çıksın ehuehu :D

  • Bugün haberlerde dinlediğime göre Rusya ile Türkiye arasında nükleer ve vize uygulamasını karşılıklı olarak kaldıran tarihi imzalar atıldı.
  • Vize almak büyük dert evet hatta İnterrail Hayallerim,Hollanda konsolosluğunda son bulduğunda delirtmişti bu beni!Ama bizden vize istemeyen ülkeler de var.

Türkiye’den Vize İstemeyen Ülkelerin Listesi.Şu sıralar Türkiye’de herkes işsizlik nedeniyle vize istemeyen ülkelere gidiyorlar.Bazıları vize istemeyen ülkerin hangileri olduğundan habersiz.Bende bilmiyordum ancak sizler için internetten araştırıp sitemize eklemek istedim.Son olarak hatırlarsanız, Suriye, Libya ve Ürdün de artık Türk vatandaşlarından ülkelerine girişte vize uygulaması istemiyorlar.Bu yeni katılımlarla birlikte, Türkiye’ye vize uygulamayan ülke sayısı 55′e yükselmiş durumda.Yazımızın devamında sizler için hazırladığımız listede bizden vize istemeyen tüm ülkelerin isimleri yer almaktadır.

İşte Türkiye’den vize istemeyen 55 Ülke listesi;

1- Antigua-Barbuda
2- Arjantin
3- Arnavutluk
4- Bahamalar
5- Barbados
6- Belize
7- Bolivya
8- Bosna-Hersek
9- Brezilya
10- Ekvador
11- El Salvador
12- Fas
13- Fiji
14- Filipinler
15- Guetemala
16- Güney Afrika Cumhuriyeti
17- Gürcistan
18- Haiti
19- Hırvatistan
20- Honduras
21- Hong Kong
22- İran
23- Jamaika
24- Japonya
25- Karadağ
26- Kazakistan
27- Kırgızistan
28- Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti
29- Kolombiya
30- Kore Cumhuriyeti (Güney Kore)
31- Kosova
32- Kosta Rika
33- Libya
34- Makau Özel İdare Bölgesi
35- Makedonya
36- Maldivler
37- Malezya
38- Mauritus
39- Nikaragua
40- Palau Cumhuriyeti
41- Paraguay
42- St. Vincent-Grenadines
43- Singapur
44- Solomon Adaları
45- Sri Lanka
46- Suriye
47- Svaziland
48- Şili
49- Tayland
50- Trinidad-Tobago
51- Tunus
52- Tuvalu
53- Uruguay
54- Ürdün
55- Venezuela.

Haydi gençler yollara.. :)

12 Mayıs 2010 Çarşamba

Her Yere Yakışıp Hiç Birinde Kalamamak

San Francisco’yu çok özledim.Oysa 3 gün sonra yıl başı.Ve 3 gün sonra geleli sadece 1 ay olmuş olacak..Ne garip 23 yıl yaşadığım şehir şimdi sanki yabancı.Sanki biri kocamdı,öteki sevgilim.. SF’nun havasını sevmiyordum. İnsanları ulaşamayacağım kadar uzaktı hep. Pahalı bir şehirdi.Yorucuydu bazen,bazen de pek bi aynı gelirdi.7 ay yetti dedim SF için..Hayatıma değen iyi, kotu ve araf insanlar oldu..İstanbul’a döndüğümde beklediğim manzarayı bulamadım.Ne ruhen, ne fiziken. İstanbul değişmedi biliyorum. Biliyorum çoğu kimse bıraktığım gibi, bıraktığım yerde.Ben değiştim.İçim değişti.
Duyguları aynen yansıtan bir aynaydım da sanki tozlandım.Küçük bir çocuk parmağıyla gülen yüz yapmış o toza.O yüzden bir duygu gelip de çarparsa o kısma bende bir heves karşılık vermeye çalışırım..Ama pek seyrek geliyor o tip duygular..Duygu ve sevgi beklediğim için sanırım şaşırttı beni o pek sevgili İstanbul’um..Ama çok sevdiğim sarışın San Francisco’ma da pişmanlıkla el salladım o uçağın penceresinden.Yani sevgilimden ayrıldım. Kocama döndüm. Ama şimdide boşanma davamı düşünüyorum.
Yeni bir şehrin, iklimin, 0km insanların bana iyi geleceğine inanıyorum.Gelecektir de.Sadece beklediğimden çabuk değişiyorum,ben bile kendime şaşırıyorum..Hele şu an resmen uyuşmuşum,hissiz olmuşum.SF& İST direkt uçuş yok işte,arada ki boşluğa düşmüşüm..Aslında stres yapacak hiçbir şey yok..her şey güzel ve normal.her şey zamanla olacak ve bir yere varacak..Ama ben zamanla anlamsız bir yarışa girmişim işte..Gerçek şu ki hiçbir durum öncede ön görüldüğü ile yüzde yüz örtüşemez. O vakit öngörüler sahtedir ve aslında ön yargıdır. Bir İtalyan atasözü “asla denemeden hayır deme” der. Yani ne çok okuyan ne çok düşünen ne de çok gezen bilir.Bir yerde turist olmakla yaşamak arasında Everest tepesi kadar fark vardır.Gideceksin,yaşayacaksın,deneyeceksin. Rahatsan içinde, için rahat bir şekilde. O zaman alıp eskiyene kadar giyeceksin. İşte ben 20’li yaşlarımda,moduma uyuyorum.Şehirleri üstüme bir giyiyorum,bir çıkarıyorum..
Yalın’ın yeni şarkısını dinledim radyoda..Ne çok uydu şu moda..

Nodül


Amerika’dayım Türkiye’deki eve göre çok lüks ama gene Türkiye'deki eve kıyasla çok ruhsuz bir salondayım.Dev ekranda, küçükken izlediğim çizgifilmi izliyorum.10’lu yaşlarımdayım yani ergen.. Little Mermaid,Ariel’in söylediği şarkı sözlerini anladığımı fark ediyorum “Part Of Your World”…Oradaki prens tiplemesi, bugün evlenmek istediğim erkek aslında. Uzun boylu,, mavi gözlü, düzgün yüz hatlı ve düzgün fizikli, kumral bir adam.
Yıllar önce Türkiye’deki salonda çocuk gözüyle seyrettiğimde güldüğüm dikkat ettiğim korktuğum ya da hüzünlendiğim şeyler ne başkaydı… Amerika’daki o salonda seyrettiğimde hissettiklerim bambaşka… En çok da kuyruğunun yerine alacağı bacaklar için, güzel sesini ahtapot cadıya teslim eden Ariel’in çaresizliğine üzülmüştüm.Yeni bacakları vardı Ariel’in,suyun altında doğmuş büyümüştü ve şimdi üstünde yürüyordu..Alışamamıştı bacaklarına..
Sessizliğine de, ağzını açınca hiç ses çıkmaması, söylemek istediklerini asla dile getirememesi.. İnsan dilsiz doğarsa, büyüme evresinde kabullenir ve kendini ifadede alternatif yollar geliştirir. Peki ya birden dilsiz kalırsa..!? İşaret dilini bilmiyor,suyun altında doğup büyüdüğünden okuması yazması da olmamalı Ariel’in.. Allah’ın bir garip denizkızı sonuçta, ne yani deniz kabuklarına mı yazacak..
Ama işte, kalemliğimde yıllar önce Disneyland’dan aldığım bir kurşun kaleme sarılmış, plastik gövde ona ait. Şu an gene Türkiye’deyim. Bu sefer salonda değilim, yeni evimizdeki küçücük odamda, odamın 3’te 1’ini kaplayan çalışma masamdayım. Laptopumun sol ucundan kalemliğimi ve içinde oturan, kuyruğunu ve saçlarını kurşun kaleme sarmış olan Ariel’i görüyorum. Maillerime bakarken yahoo’nun reklam bölümünde siz hangi Disney kadın karakterisiniz testi var.. Testi yapacak halim yok.Çünkü an itibariyle Ariel’im.
Yeni ameliyat oldum, konuşamıyorum!Amerika’da başlayan ses kısılmalarım Türkiye’ye gelince de devam ediyordu.Ne zaman bir bara gitsem, bir kadeh bir şey ya da nargile, hatta kahve-sigara içsem; o gece kadın sesli olarak yatıp ertesi günü travesti sesimle uyanıyordum! Ablamın minnacık kızı İrmik Hanım bile “Seniiinn sesiiin niye böööylee?!!” demeye başlamıştı. Sonunda kronik bir gribe yakalandığıma karar verip doktora gittim.Lise 2’deyken bademciklerimi alan yakışıklı doktorumun yerinde yeller esiyordu.Bu yelin adı Eda Hanımdı. Hakikaten kendine has edası vardı bu kadının. İnce, uzun, kalın sesli. Bir doktor için zevkli giyimli denebilir, gene de kahverengi ve siyahı karıştırmış olmamış.Kahve, siyah ve lacivert asla birbiriyle kombinlenmemeli bana göre… Ama hoş fizikli biri, sert ve net. Gırtlağıma kadar soktuğu, soğuk, ince bir metal var ucu ışıklı ve kameralı. Annem oturmuş full ekranda gırtlağımı seyrediyor.Yeni doktorum Eda Hanım “Eveeet” diyor,”tahmin ettiğim gibi burada polipimiz burada da büyükçe bir nodülümüz var, ses telinin çevresinde görüyor musunuz?” Ben bir şey göremiyorum, çünkü gırtlağımda soğuk bir metal "aaa.."diyorum ve uzun boylu doktorumun, kocaman elleri, ekranı göreceğim dar alanı kapatıyor.Sadece biliyorum ki, nodul demek annemin ameliyat olmasına neden olan şey demek.Ve gene biliyorum ki bu nodül canavarının en büyük besin kaynağı sigara!Ve ben 1 yıldır haftada bir paket sigara içmişim.Ama ömrümde ilk kez bağımlılaştığım bu meret beni 1 yılda mı nodüllü yaptı??Yıllarca içip de hiç bir şey olmayanlara ne diyoruz?
“Hiperaktifsiniz belli” diyor doktorum.”Konuşkansınız da maşallah”.Bak o bile şıp diye anladı bakışı atıyorum anneme.Gülümsüyor, ama gözler endişeli. “Gırtlağa baskı yaparak konuşuyor olabilirsiniz, sigarayı hemen bırakmanızı tavsiye ederim.Şarkıcı olmadığınız için size inanmadığım …….. gibi tedaviler vermeyeceğim”.Bir pastil bir de ağrı kesici yazıyor reçeteye."Sesiniz kısılır gibi olduğunda konuşmayın, dinlendirin bir süre.Ameliyat olmanız lazım, acil değil ama arayı da fazla açmadan olmalı, tekrar etmemesi içinde sizi bir ses terapistine yönlendirebilirim" diyor yeni doktor Eda.Aklıma gelen tek şey var ama o kadar saçma ki, konuşmama yasağıma uyarak içimden konuşuyorum; acaba 1 yıldır sürekli İngilizce konuşmaktan mı oldu bu nodül diyorum.Sonuçta her dilin kendine has bir fonetiği var. Belki İngilizce konuşurken farkında olmadan gırtlağıma baskı yaptım.Sigarayı bırakmak istemiyorum çünkü... Ama Toefl’a hazırlanıyorum.. Amerikaya 1 değil 3 değil ama max 5 ay sonra dönmem şart.İngilizceyi bırakmama hiç ihtimal yok,en iyisi sigarayı bırakmak.İyi de nasıl?..
NOT: Toefl’ı verdim.Ameliyatım ardından hem İngilizce’yi hem sigara’yı bıraktım.Amerika’ya dönmedim.Ve geçenlerde okuduğum Mina Urgan-Bir Dinazorun Gezileri’nde SF’u ne kadar özlediğimi fark etmemin yanı sıra bir şey daha dikkatimi çekti.Mina Hn’da nodüllü dönmüş Amerika’dan.Sebep? Aircondition’lar.Buz gibi hava üfleyen klimalar yani..Çok mantıklı neden hiç aklıma gelmedi acaba!? :D ... Bu arada ne olursa olsun, kırılan testi su tutmaz derler ya, ses telleri de eskisi gibi olmuyor. Konuşmama ve şarkı söylememe yansıyor,belki başkaları hissetmiyor ama, sesim asla eskisi kadar iyi olmayacak, artık biliyorum.. :(
-The End-